face

Organ Bağışı ve Dinler

İslam dininde canlı veya ölü insanların vücuduna zarar vermek yasaktır. Bununla birlikte İslam dininde başka bir insanın yaşamını kurtarmak, zor durumda olan insanlara iyilik amacıyla yardımcı olmak esastır. Kur’an-ı Kerim’deki Maide Suresi’nin iki ayeti insan yaşamını kurtarmanın ve yardımlaşmanın önemimi açıklamaktadır:

“İyilik ve takva üzerine yardımlaşınız.” (Maide Suresi 2. Ayet)
“Kim bir kimseye hayat verirse, o sanki bütün insanlara hayat vermişçesine sevap kazanır.” (Maide Suresi 32. Ayet)

Maide Suresi’nin bu iki ayeti ve İslam’ın insan yaşamına verdiği önem dikkate alındığında, organ bağışlamanın ve dolayısıyla organ naklinin İslam öğretisi ile çelişmediği görülecektir. Birçok İslâm alimi de organ bağışına ilişkin bu yönde görüş beyan etmektedir. Ancak buna rağmen, ölü (kadavra) donörlerden yapılan bağış ora- nı, canlı donörlerden yapılan bağış oranna kıyasla çok düşük kalmaktadır.
İslâm dininde organ ve doku bağışına karşıt görüş oluşturacak herhangi bir metin bulun- mamaktadır. Ancak, insanlar danışmak ve en ufak bir tereddüte sahip olmadan bağış yapmak için kendilerine en yakın din görevlisinden organ bağışı konusunda bilgi edinebilirler. Diyanet İşleri Başkanlığı’nın organ bağışı konusunda hazırladığı birçok bilgilendirme yazısı bulunmaktadır. Organ bağışını ve dolayısıyla organ naklini onaylayan Diyanet İşleri Başkanlığı, bu konuda  Din İşleri Yüksek Kurulu’nun 03. 03.1980 tarihli 13 numaralı kararına ve organ nakli için aşağıda belirtilen koşullara uyulması gerektiğine dikkat çekmektedir:

1. Zaruret halinin bulunması, yani hastanın hayatını veya hayati bir uzvunu kurtarmak için, bundan başka çaresi olmadığını, meslek ehliyet ve dürüstlüğüne güvenilen bir tabip tarafından tespit edilmesi,
2. Hastalığın bu yolla tedavi edilebileceğine tabibin zann-ı galibinin bulunması,
3. Organ veya dokusu alınan kişinin, bu işlem yapıldığı esnada ölmüş olması,
4. Toplumun huzur ve düzeninin bozulmaması bakımından organ veya dokusu alınacak kişinin sağlığında (ölmeden önce) buna izin vermiş olması veya hayatta iken aksine bir beyanı olmamak şartıyle, yakınlarının rızasının sağlanması,
5. Alınacak organ veya doku karşılığında hiçbir şekilde ücret alınmaması,
6. Tedavisi yapılacak hastanın da kendisine yapılacak bu nakle razı olması gerekir.
Bu koşullar, tıbbi olarak organ nakli için izlenen yöntemle, organ bağışı için gözetien etik ve hukuksal hususlarla birebir örtüşmektedir.

İslam Dini Beyin Ölümünü Nasıl Değerlendirir?

Beden ve ruh ilişkisi, İslâm alimleri tarafından farklı yorumlanabilmekte ancak beyin ölümü tıpta ifade edildiği anlamıyla; yani kesin ölüm hali olarak kabul edilmektedir. Tıbbi ölüm demek olan beyin ölümü gerçekleştiğinde, ruh da bedeni terk etmiş ve hasta son nefesini vermiş kabul edilir. Beyin ölümü gerçekleşmiş kişi, ölmüş demektir. Bu kişilerden organ almak ve nakil yapmak İslam dinince hiçbir sakınca teşkil etmemektedir. Ölünün vücuduna saygı göstermek de İslam öğretisinde oldukça önemlidir; ancak organ bağışı gibi son derece meşru bir gerekçe ile ölmüş donörden, onun ve ailesinin rızası olduğu sürece, organ ve doku nakli yapılması saygısızlık olarak değerlendirilemez.

Ölmüş kişilerden organ nakli yapılmasında dinen bir sakınca olmadığı gibi; canlı donörlerin kendi hayatları için bir tehlike teşkil etmemesi durumunda, organ bağışında bulunmasında ve onların bağışıyla yapılacak karaciğer, böbrek ve doku nakillerinde de İslami açıdan bir sakınca bulunmamaktadır.

Diyanet İşleri Başkanı Prof. Dr. Mehmet Görmez, 3-9 Kasım Organ Bağışı Haftası münasebetiyle 4 Kasım 2013 tarihinde Sağlık Bakanlığı ve Türkiye Organ Nakli Vakfı tarafından düzenlenen müşterek organizasyonda “Dini, ilmi, tıbbi ve hukuki şartlar yerine geldikten bir insana hayat vermek için organ bağışlamak candan cana giden en büyük sadakadır. Nice kardeşleriniz sizden hayat bekliyor.” demiştir.

Hristiyanlık dininde insanların birbirine sevmeyi öğrtemesi ve başkalarının ihtiyaçlaırın kucaklaması esastır. Organ bağışı, Hristiyanlık’ta içten bir sevgi davranışı olarak kabul edilebilir.

Organlarımızı bağışlayarak birçok insanın yaşamını kurtarabiliriz. Hristiyalığın farklı mezheplerindeki din yetkilileri, insanların organlarını bağışlayarak kendi ölümlerinden sonra başka insanlara hayat bağışlamalarının önemli ve erdemli bir davranış olduğunu belirtmektedir. Uygun koşullar altında organ bağışını ve organ naklini sağlığa kavuşma ve iyileşme için bir araç olarak desteklemektedirler. Organ bağışlama, oldukça kişisel bir seçim olmakla birlikte, organ nakli işlemi ahlâki bir Hristiyanlık kuralı olarak kabul görmektedir.

Ölümden sonraki yaşama inanan Hristiyanlar için ölüm için hazırlıklı olmak bir korku kaynağı değildir. Buna göre, ölümden önce veya sonra insan bedeninde meydana gelen herhangi bir değişiklik, insanların Tanrı ile olan ilişkisini etkileyemez.

Hristiyanlık içinde Yehova Şahitlerinin, teslis prensibine inanmayan ve anakım söylemden farklı bir Hristiyan mezhebi olarak, organ bağışı ve nakli konusunda özel olarak ele alınması gerekmektedir. Yehova şahitlerinin organ bağışına bakışı, kan tarnsfüzyonunu reddetmelerine dayandırılmaktadır. Bu durum, tam kan, trombosit ve plazmanın da tranzfüzyonunu etkilemektedir. Bununla birlike, diyaliz, plazma değişimi, pıhtılaşma faktörleri veya albumin ikamesine ve eritropoetin tedavisine tümüyle izin verilmektedir. Organ bağışında ise kan transfüzyonunun önlenmesi halinde organ bağışının yapılabileceği belirtilmiştir. Başka bir deyişle, organ bağışının ön koşulu olarak olarak kan transfüzyonun engellemesi belirlenmiştir.
Yehova Şahitleri, organ bağışını doğrudan onaylamaz; ancak Yehova Şahitlerinin yasal kuruluşu olan Watch Tower Society’nin resmi açıklamasında organ bağışının kişisel vicdani bir mesele olduğu belirtilmektedir. Organ nakli, Yehova Şahitleri tarafından 1980’lere kadar yasak olarak kabul edilmiş; 1980’lerde yapılan revizyon ile kan transfüzyonunu engelleme koşuluyla bireysel bir tercih olarak kabul edilmiştir.

Yehova şahitliği inancında kan transfüzyonuna karşı bir tabu bulunmasından dolayı bu inancın organ naklini yasakladığı varsayılır. Halbu ki Yehova Şahitleri, bir kişinin organların bağışlanmasına ve başka bir kişiye organların nakledilmesine karşı değildirler. Ancak, nakledilecek tüm organ ve dokuların, nakil işleminden önce kanı tamamen akıtılarak arındırılmalıdır.

Organ bağışına Hristiyanlık dininin nasıl baktığına dair VatikanPapalık Bilim Akademisi’nin yaptığı açıklama da oldukça önemlidir. Papalık Bilim Akademisi, 2008 yılında Vatikan’da nöroloji, biyokimya, tıp, fizik, felsefe, ilahiyat uzmanlarının ve profesörlerinin katılımıyla gerçekleştirdiği toplantı sonucunda, beyin ölümünün geçerli bir ölüm tanımı olduğunu savunan ve kaşıt görüşlere cevap niteliğinde olan bir yazı yayınladı. Farklı disiplinlerden gelen uzmanların görüşleri, beyin ölümünün geri dönüşü mümkün olmayan bir olay olduğu, beyin ölümünün bitkisel hayat ve koma ile karıştırılmaması gerektiği yönündedir. Beyin ölümü gerçekleşmiş kişilerin, solunum cihazı gibi yapay bir şekilde makinelere bağlı bedenler/cesetler olarak yaşamlarını sürdürmelerinin ölümle eşdeğer olduğu belirtilmektedir. Beyin ölümü hakkında toplumsal farkındalığı arttırmak için bu konuda eğitimler düzenlenmesi gerektiğinin altı çizilmiştir.

Toplumsal eğitimlerde “beyin ölümü gerçekleşmiş” ve “ölmüş” kişi ayrımı yapmaktansa, doğrudan “ölmüş” kişi denmesinin, anlam karmaşasını ve kafa karışıklığını ortadan kaldıracağı için daha doğru olduğu vurgulanmıştır. Bilimsel savlarla birlikte din felsefesi açısından da ele alınan beyin ölümünde, ayrıca beynin insanın bedeni ve ruhu arasındaki koordinasyonu sağlayan merkez olduğu ve beyin ölümü gerçekleştiğinde bu koordinasyon bozulduğu için herhangi bir vücut bütünlüğünden bahsedilemeyeceğinin üzerinde durulmuştur. Dr. Alan Shewmon’nın (nöroloji ve pediatri alanında çalışan uzman tıp doktoru) ve Prof. Dr. Rober Spaemann’ın (Hristiyan etiği, biyoetik ve insan hakları üzerine çalışan felsefe profesörü) beyinden ziyade, bedeni bir bütün olarak organizmanın merkezi ve vücudun bütünlüğünü sağlayıcı unsur olarak görmesine eleştiri getirilmiştir. Dr. Shewmon ve Prof. Dr. Spaemann’nın vücuttaki alt sistemlerin sadece beyin sapı ve hipotalamus tarafından çalıştırılmadığı; beyin olmadan da vücuttaki organların bütünsel hayati bir birliği ifade ettiği görüşlerine karşı çıkan Papalık Bilim Akademisi toplantısı katılımcıları, Dr. Shewmon ve Prof. Dr. Spaemann’nın beyin ölümü ve insan ölümünün eş tutulmaması gerektiği görüşüne katılmadıklarını ifade etmiştir. Bugün pratik uygulamalarda birtakım değişiklikleri barındırsa da ABD, Almanya, Arjantin, Avusturya, Belçika, Fransa, Hindistan, Hollanda, İngiltere, İtalya, İspanya, İsviçre, Japonya başta olmak üzere gelişmiş ve gelişmekte olan birçok ülkede, beyin ölümünün tanımı ve kriterleri hakkında dünyaca kabul gören bir uzalşama olduğu vurgulanarak beyin ölümünün geçerli ve doğru bir ölüm tanımı olduğu sonucuna varılmıştır.

 

İlkesel olarak Yahudilik, insan hayatını kurtarmak için organ bağışını uygun görmekte ve desteklemektedir. Bu ilke, Yahudilerin ölümden sonra insan vücuduna herhangi bir müdahale yapılması konuusndaki itirazlarını ve ölümden sonra cenazenin derhal defnedilmesi koşullarını çiğnemektedir.

Yahudi ailelere organ bağışı hakkında görüşleri sorulduğunda, endişe ve kaygı duymaları anlaşılabilir. Ani ve beklenmedik bir şekilde yakınlarını hastalanması ve onları kaybetmeleri, stres ve acıyı hissettiklerinde Yahudi aileler için karar vermek zorlaşmaktadır. Yahudilik her durumu farklı değerlendirmekte ve ölen kişinin yaşarken verdiği organ bağışı kararını tanımaktadır. Birçok Yahudi grubu ülkelerindeki organ bağışı sistemine kayıt olmakta ve aile üyeleriyle organ bağışı hakkındaki görüşlerini paylaşmaktadır. Bununla birlikte ölmeden önce aile üyelerine din yetkililerine organ bağışı konusunda danışmasını öneren Yahudi gruplar da vardır.

Yahudilikte, ölen kişinin organ bağışı konusundaki istekleri bilinse de bilinmese de ailelerin ölen kişi adına karar vermesi beklenmektedir. Aileler de son kararı vermek için kendi ülkelerinde ve bölgelerindeki Yahudi hukuku ve geleneksel inançları konusunda uzman yetkililere danışmaktadırlar. Organ bağışına ilişkin Yahudilik inancı, ölüm tanısı kesinleşmeden organların alınamayacağına dayanmaktadır. Bazı Yahudi gruplara göre beyin ölümü kriterleri kabul görürken bazılarına göre sadece kalbi atmayan bir donörün organlarının bağışlanması halinde organ nakli kabul edilebilir. Yahudilik inancı, nakil gerçekleştikten sonra cenazenin çok kısa zaman içinde defnedilmesi ve ölü bedene herhangi bir başka müdahaleden bulunulmamsı gerekmektedir.

Yahudilikte organ bağışı daha çok her duruma özel olarak değerlendirilmekte ve bireysel özel koşullara göre karar alınmaktadır. Organa özel bir nedenle ve acil bir şekilde ihtiyaç duyulduğunda organ bağışına izin verilir. Böyle bir durumda, bir hayat kurtarma amaçlı organ bağışı büyük bir mitsva sayılır. Organ bağışı sadece ölülerle sınırlandırılmamalıdır: Bir böbreğini verebilecek durumda olanlar, ihtiyacı olan birine bağışlayabilirler. Birçok durumda aileler kendi durumlarına özel olarak dini yetkililere danışarak bir karara varmaktadırlar. Yahudilikte organ bağışı hakkında genel kabul gören bir açıklama yoktur; ancak bir kural olarak, hayat kurtarma ve ölü bedene en az müdahalede bulunma ilkelerinden bahsedilebilir.

Karar vermenin zorlaştığı ve kısıtlı bir zamanın söz konusu olduğu durumlarda, Yahudilik’te zor durumda ve yardım etme ilkesi göz önünde bulundurulmaktadır. Bu konuda temel alınan ayet, “Kim bir tek kişinin hayatını kurtarırsa, o tüm dünyayı kurtarmış sayılır” ayetidir (Pirke D’Rav Eliezer, 48. Bölüm).

 

Budist inancında organ ve doku bağışı bireysel bir vicdan meselesi olarak görülmekte ve merhamet ile yapılan eylemlere büyük önem veilrmektedir. İnanışa göre vücut ve ruh arasındaki ilişki göz önüne alındığında ölüm öncesinde ve sonrasında organ bağışı bir cömertlik olarak nitelendirilmekte ve Nirvana’ya ulaşmada bir aşama olarak değerlendirilmektedir. Açıkça organ bağışına yönelik olumlu veya olumsuz bir emir içermese de ve genel olarak organ bağışıısnı bireysel koşullara bağlı olarak değerlendirse de, Budizm bir insanın hayatının baika bir insanın organları sayesinde kurtarılmasını önemsemekte ve onaylamaktadır. Bu konuda, Dünya Budist Cemiyeti’nin Başkanı Dr. Desmond Biddulph, “Ölümümden sonra başka bir insana bir organımızi bağışlamakla ne kaybedebiliriz ki” diye sorarak organ bağışının Budizm içinde olumlu olarak yorumlanmasını önermiştir. Yine, Dhammarati, Batı Budist öğretisinde belirtildiği üzere, kişi ölümünden sonra başka bir insana yardımcı olabildiyse bundan mutluluk duymalıdır. Bununla birlikte Budizm öğretisinde ölmüş kişinin hayattayken organ bağışı hakkında verdiği karara saygılı kalınması ilkesi geçerlidir. Ogan bağışına yönelik kişinin yaşarken belirttiği olumlu veya olumsuz görüşe saygı duyulması ve değiştirilmemesi esastır.

Hinduizm ve Budizm hayatı doğum, yaşam ölüm, aynı şeyin tekrarlandığı devam eden bir dairenin bir parçası olarak görür. Her varlığın nihai amacı, bu daireden kurtulmak ve dolayısıyla varlık âleminden tamamen özgür olmaktır. Her hayat dairesinde ve ölüm ile insanoğlu nihai kurtuluşuna doğru giden süreci tamamlar. Nasıl yaşadıkları veya nasıl öldükleri gelecek hayatlarının ne olacağında etkili bir rol oylar ve kurtuluş seyahatinde yolunu aydınlatır. Hayatı kısaltarak bu süreci yöneten Karma yasasının kurallarını ihlal etmek ve kurtuluş seyahatine müdahale etmektir. Ahimsa prensibine göre, Hinduizm ve Budizm bütün yaşayan canlılara saygı duyar ve yaşayan bütün canlılara karşı zarar vermekten kaçınmayı öğütler. Hinduizmde de organ bağışına izin veren bir yaklaşım görülmektedir. Ölümden bağımsız olarsak yaşamaya devam eden ruh inanışı ve cesedin yakılması, mitolojilerce de desteklenerek, insanlık ve toplumun yararına organların kullanımına izin vermektedir.

Çin, Tayvan ve Kore’de yaygın olan felsefi ve dini bir öğreti olan Konfüçyüsçülük, ailesel bağları ve büyüklere saygı temel bir ilke olarak görmektedir. Çocukların aile büyüklerini sayması, onların dediklerine uyması, yaşlanınca onlara hizmet etmesi ve ölümlerinden sonra dua etmesi bu ilkeden kaynaklanmaktadır. Yine bu ilke uyarınca, aile büyüklerinden gelen birer hediye gibi görülen saç, deri ve vücudun bütünü zarar verilmeden korunmalıdır. Organ bağışı bu bütünlüğü bozduğu için ve aile büyüklerinin anısına saygısızlık olarak yorumlanmaktadır. 2009 ve 2010 yıllarında Hong Kong ve Kore’de yapılan çalışmalarda, insanların görüşlerinin bu ilkeye uymanın organ bağışına bir engel teşkil ettiği yönünde olduğı ortaya konmuştur. Geleneksel Konfüçyüsçülük öğretisi organ bağışını onaylamazken, Konfüçyüsçülük içinde daha modern yorumlara yer veren düşünürler, organ bağışını onaylayan bir tutum sergilemekte ve bu yönde görüş beyan etmektedirler. Organ bağışına verilen desteği, insanın ve doğru davranışın vücudun bedensel bütünlüğünden daha önemli olduğuna dayandırarak, yaşamayı arzulayan bir insanın diğerlerini de yaşatacağını vurgulamaktadırlar.

Organ Bağışı ve Şintoizm
Japonya’nın yerel ve geleneksel dini öğretisi olarak kabul edilen Şintoizm, saflık/arılık düşüncesine dayanmakta ve insanların temiz bir şekilde doğduğunu ancak yaşamın insanları kirlettiğini varsaymaktadır. Ölümden sonra insane vücudu, kirli, tehlikeli ve güçlü olmaktadır; bu nedenle ölmüş bir bedene müdahale etmenin uğursuzluk getireceğine inanılmaktadır. Ayrıca, ölmüş bir bedene müdahale etmenin ölen kişi ile hayatta kalan yakınlarının arasındaki ilişkiyi bozacağına inanılmaktadır. Bu nedenle, Şintoizm’deki ölü kavramı Batı’da gelişen beyin ölümü kavramı ile çelişmektedir. Yakın zamana kadar, Japonya’daki kanunlar kadavradan organ bağışını yasaklamış; organ nakli olması gereken Japonya vatandaşları tedavi amacıyla yaygın bir şekilde yurtdışında gitmek durumunda kalmıştır. 1997’de Japonya’da kanunların değişmesiyle, kadavradan organ bağışına izin verilmeye başlanmıştır. Ancak, günümüzde bile kadavradan nakil Japonya’da çok az gerçekleşmekte; örneğin böbrek nakillerinin %90’ı canlı vericiden yapılmaktadır. Japonya, organ bağış kartı taşıyan kişi sayısı oranına bakıldığında dünyada bu oranın en düşük olduğu ülkeler arasınd yer almaktadır. Aynı şekilde, kadavradan bağış oranına bakıldığında 2009 verilerine göre 0.8 gibi çok düşük bir pmp değerine sahiptir. Kadavradan organ bağışının çok düşük olamsı, Japonya’yı ABO uyumluluğunu gözetmeyen ilk organ nakli uygulamalarından birini geliştirmesine sebep olmuştur.

Taoizm, çeşitli felsefi ve dini gelenekleri barındıran ve Doğu Asya’da2000 yıldan fazla bir süredir yaygın olan bir öğreti sistemidir. Taoizm, doğallık, canlılık ve barış ve doğal süreçlerle uyum halinde hareket etme ilkelerine dayanmaktadır. Geleneksel Taoizm’de organ bağışı, doğal süreçlere aykırı bir eylem olarak yorumlanabilrmektedir. Modern Tosizm düşünürleri ise, insan bedenine, insane hayatının geri kalan daha önemli bölümleri için bir korunak olarak bakmakta ve organ bağışını doğal süreçlere aykırı olarak görmemektedirler. Bu şekilde yorumlandığında, bedenini değiştirmeye yönelik bir eylem gerçek anlamda hayatın özünü değiştirmemektedir; böylelikle organ bağışı onaylanmaktadır.

305

Toplam Ölü Donör
(31.12.2023)

32038

Toplam Bekleyen Hasta
(31.12.2023)

643593

Toplam Bağış Kartı
(31.12.2023)

8770

Toplam Nakiller
(31.12.2023)